Gerçekten Masal mıyız biz?

Merak edenler için söylüyorum, gelmiş geçmiş tüm yaşantıların özeti şudur; Zaman bir nehir gibi durmaksızın kalabalıkların üstünden geçer. Ve bizler boğulmamak için çırpınır dururuz. Buraya gelebilecek en uygun kelime, "Boğulmamak!" sanırım, Yüzmek değil. Çünkü yalnızca aptallar akıntıya karşı kürek çeker. Arif olan ise kendini zamanın akışına bırakarak nefes almaya çalışır. Zamanın adeti bu, istesen de durduramazsın! Yavaşlatamazsın! Söndüremezsin! Söz dinlemez tavırlarla öylece akar gider. Sen bunun farkına vardığında o çoktan yolun sonuna varmış olur...
Benim saatim; tüm bu gerçekliklerden uzakta, yüzünde bir şeylere geç kalmış olmanın verdği telaşla hızlı hızlı hareket ediyor bugünlerde. Tek farkettiğim sabahlar ve akşamlar oluyor. Bu iki ufuk çizgisi arasında gün bir belirip bir kayboluyor. Bazen ona dokunamıyorum, ama o bir yolunu bulup kendisini sürekli bana hissettiriyor...
Önceden belirlenen zamanı geldiğinden ötürü okuluma belirli bir süre ara vermiştim. (Üç yıl yeterince belirgin) Şimdi doğru zaman geldiğine inanıp yeniden başlama kararı aldım. Ayrıntıya gerek yok. Kısa cümleler cümleler kurmak lazım...
Zaman yine yapmış yapacağını. Okulun kapısından içeriye girince ilk aklıma gelen düşünce, "Bu binadaki tanıdık yüzler neredeler? Biri mi sildi, bir yere mi gittiler?" oldu. 
İlk başlarda yeni gelenler bir karmaşadan ibaretti benim için (Aslında teknik olarak yeni gelen ben oluyorum, orası ayrı tabi) Uzun süre böyle devam etti kafamdaki belirsizlikler. Burası Güzel Sanatlar Fakültesi ya. Yüzler önceleri bir eskizken, günler geçtikçe bir kalem çıkıp kontr çizgilerini ilave etmeye başladı. Birden farklı bir insana dönüşüverdiler. Artık daha şeyler... Şeyler işte. Ne olduklarını tam olarak bilmiyorum ama öncekine göre daha şeyler. Daha belirginler. Onların sadece bir yüz olmayıp, bir hikayenin baş rol kahramanı olduklarını o zaman fark ettim.
Kimisi iyi adamı, kimisi kötü adamı oynamaya başladı. Ve benim bunu anlamam için kitaplarını okumama gerek yok. Bazen bir kelime, bazen de tek bir bakış onları tanımama yetiyor. Daha fazlasını merak etmeden uzaklaşıyorum yanlarından. Hata mı yapıyorum bilmiyorum. Belki tanısam sevebilirim. Ama ben tanımak istiyor muyum? Sanırım hayır. Herzaman ön yargılı biri olmuşumdur.

Tam da bu satırdan sonrasını empati kurabilmeniz için yazıyorum. Öncesiniyse ileride yazacaklarıma destek olması için yazdım.
Bireysel olarak bir düşünsenize. Yabancısı olduğun bir yerdesin. İnsanlar da dahil herşey sana yabancı. İçlerindesin ama hiç birini tanımıyorsun. Aynı ortamı, aynı zaman dilimini, daha da önemlisi aynı havayı paylaşıyorsunuz ama hepsinden uzaksın. Böyle basite indirgediğime aldanmayın, çok garip bir duygu aslında. Romantik bir filozof bu durumu bir çeşit kardeşlik olarak değerlendirebilir. Örnek vermek isterdim, ama ben romantik bir filozof olmadığım için veremeyeceğim. Üzgünüm.
Seslerinden anladığın kadarıyla bir kişilik elbisesi biçiyorsun. Genellikle de üstlerine tam uyuyor. Çünkü o kadar dar bir dünyaları var ki. Hani; falanca düşünürün düşünce yapısını mı benimsemiş, kendi tecrübesini kendisi mi üretiyor, yoksa daha çok fransız romancılar mı ruhuna dokunuyor diye kıyaslama yapamıyorsun. En fazla, saç bakımı kremleri ve futbol takımları arasında gidip gelebilirsin. Sonrası uçurum. Atlamayı bilene...
Dedim ya, bir hikayenin kahramanları hepsi. Peki, ya gerçekten öyle olsaydı? Aşık olunası güzel bir düşünce bu. Hayatlarımız bir masaldan ibaret olsaydı ne olurdu? Muhtemelen bu soruyu kağıda soran ilk kişi ben değilimdir. Benden öncekiler tatmin edici bir cevap aldı mı bilmiyorum ama benim de alamayacağım kesin. Öyle olsa işin esprisi kalmazdı zaten. Asıl cevap sürekli değişkenlik gösteren beynimizde (Zaman gibi, ne hoş). Ben yanıtı oradan bekliyorum.
Yazının sürekli zikzaklar çizdiğinin farkındayım. Yeni ekran başına geçen izleyiciler için spoiler verelim. Konumuz zaman mefumuna kapılmış masal kahramanları. Ki bizim de onlardan biri olmamız kuvvetle muhtemel.
Düşünsenize; Yaşlı bir nene (Çok da yaşlı olmasına gerek yok, okuma yazma bilmesi yeterli) örgüsünü bir kenara bırakmış, çevresinde toplanan torunlarına gülümsüyor. Hava kararmış ama o akşam ışığı açmamışlar. Şömineden yükselen kıvrak alevler nenemizin yüzündeki gülümsemeyi belirli aralıklarla ışıldatıyor. (Yerli malı tutkunları kusuruma bakmasınlar, böyle sahnelerde genellikle şömine olur) Çocuklardan en büyüğü dokuz yaşında ama kardeşleriyle beraberken beş yaşına geri dönüveriyor. Belki de ileriki yaşlarında özlemle anımsayacakları dakikaların içindeler. Ama onlar henüz bunu bilmiyorlar.
Çıtırdayan odunlar ateşin rengini değiştiriyor. Her parlamada duvardaki eski resimlerden bir başkası aydınlanıyor. Çok eski bir ev olmalı. Ahşap pencere pervazından soğuk bir esinti ıslık çalarak odaya doluyor. Uzak köşedeki bir çiçeğin yaprakları belli belirsiz titreşiyor. Dokuz yaşındaki kız, nenesinin örgü örerken dizine örttüğü şalın üzerine, kapağında sizin resminiz olan masal kitabını bırakıyor. Tekrar gülümseyerek kardeşlerinin ve kuzenlerinin yanına geçiyor. Onların yüzünde de benzer bir gülümseme var. Heyecanla sizin maceralarınızı dinlemeyi bekliyorlar. Kitap bittikten sonra bile onların hayal dünyasındaki bir kahraman olacaksınız. Sizi bir süre daha yaşatmayı sürdürecekler.
Yaşlı kadın kitabı kendine doğru çeviriyor, arkasındaki yastığı biraz sağa kaydırıyor, gözlüğünü düzeltiyor ve başlıyor yıpranmış sesiyle masalınızı okumaya. "Bakalım kahramanımız bu bölümde neler yapmış..." Gerisi aynı tonda devam ediyor.

Başka hiçbir şey için değil de, bir kitabın sayfalarını doldurabilmek için yaşamış olmak gerçekten çok ilginç olurdu. Yaşamak da bir çeşit yazarlık değil midir zaten? Tek amacımız, hikayenin gidişatına göre nenemizin alçalıp yükselen sesine eşlik etmek olsaydı. Ya da hikayenizi dinleyen çocukları gülümsetebilmek, bezen de üzmek... Hı? Hayır mı? Size katılıyorum. Gerçekten katılıyorum! Kendi hayal dünyama yaptığım bu ihaneti sırf okuyucuyu yanıma çekmek için yapmıyorum. Çünkü doğrusu bu. Böylesi biraz cüretkar bir hayal ama başka bir versiyonu pek âlâ gerçek.
Ya dinleyiciler çevrenizdeki tanıdığınız veya tanımadığınız insanlarsa? Ya gerçekten size ait bir kitap varsa? Ve bu kitabı anlatan yaşlı kadın aslında sizseniz. (Eğer bu soruya da vereceğiniz cevap hayırsa, üzgünüm. Bu noktadan sonra yollarımız ayrılıyor) Hergün kendi hikâyenizi birilerine anlatıyorsanız veya yırtınırcasına anlatmaya çalışıyorsanız. Bunlar daha olabilir şeyler.
Ben mesela öyle yapıyorum. (Bak buna örnek vermek için romantik şair olmama gerek yok) Şuan okumakta olduğunuz yazı, anlatmaya çalıştığım olayın özetinden başka bir şey değil. Ama yazacak kalemi olmayıp da hikayesini bizzat yaşayarak anlatanlar da var. İşte o kişilerin başımın üstünde de yeri var. Çünkü yazmak; bir şeyleri anlatmanın en kolay, en kestirme yoludur. Zor olan yaşamaktır...

Uzun lafın kısası, bütün mesele, bir varmışla bir yokmuşun arasını doldurabilmekte. Hikaye sağlam olduktan sonra okur veya dinleyici herzaman bulunur. 
Benim dört yaşındaki kuzenim bunu, "Ne varmış, ne yokmuş," diye öğrenmiş. Böyle bir tespitin karşısında ancak saygıyla eğilinir. (Sanırım büyüyünce gerçek bir filozof olacak. Maşallah diyin) O farkında değil belki ama cümleleri hızla öğüten o küçük diliyle olayı çok güzel özetledi. Hepimizin hayat hikayesi ne varmış ne yokmuşlardan ibaret aslında. Kum saatindeki taneler misali bir yerlere doğru kayıp gidiyoruz. Her masalda olduğu gibi bunun da bir sonu var. Olmalı da. O meşhur üç elmanın düşmesi veya düşmemesi size kalmış. Daha başka birçok şey de sizin elinizde.
Ama masalı bitirmek veya bitirmemek değil. Üç nokta koyarsın, diğer her şey o noktaların gerisinde kalır...


S  O  N 

A.Kemal Ünsaçan 
28•X•14


0 yorumlama:

Yorum Gönder

YORUMUNUZU YAZARKEN LÜTFEN ŞUNLARA DİKKAT EDİN;

• Anlaşılır bir türkçeyle yazmaya dikkat edin. (Türkiye'de yaşamamıza rağmen
böyle bir kural koymuşsam varın gerisini siz düşünün. Ben düşünmekten bıktım artık)
• Hakaretvari argo yorumlarda bulunmayın. (Hiç hazzetmem)
• Yorumunuzun konu ile alakalı olmasına dikkat edin. (E lütfen!)
• Yorum Formunu doldurduktan sonra,
Profil Seç -> ADI/URL bölümüne bir şeyler yazın ki körebe oynamak zorunda kalmayalım.
• En önemlisi, samimiyetle laubaliliği birbirine karıştırmayın.
• Kurallara uymayan yorumlar silinmektedir.
• Şimdi buyrun, can kulağıyla sizi dinliyorum.