Huzurun Sessizliği

Bir insan en fazla ne kadar mutlu olabilir? Bünyesi ne kadarını kaldırabilir? Sanırım ben bu sınıra çoktan ulaştım. İki ay önce apartmandan çıkıp bahçeli eve taşındığımız günden bu yana durum böyle. Mutluluğun sınırı demiştim ama bu farklı bir sınır. Hani rekorlar olur ya. Birisi 100 metre koşar, daha sonra bir başkası çıkıp 200 metre koşar ve diğerinin rekorunu kırar. Öyle sınırlardan işte benimkisi. Mutluluğum her gün daha da bir artıyor. Bence mutlulukların sınırı hiç olmamalı.

Sorumu değiştirmek istiyorum. Yeşil ve mavi bir araya geldiği zaman insanı ne kadar mutlu edebilir? Aslında görebilen için bunun da bir sınırı yoktur. Gökyüzü milyonlarca yıldır hep aynı yerde. Ama apartmanların betondan öte soğuk duvarları insana; ne gökyüzünün maviliğini gösteriyor, ne de ağaçların yeşilliğini. Apartmandan bakan bir göz için bu değerler tamamen farklı bir havaya bürünüyor. Ama bahçesi olan bir ev öyle mi? Değerli bir hocamın da söylediği gibi, bahçeli bir evde insan yaşadığının farkına varıyor.

Bahçeye çıkınca rüzgarın esintisini hissedebilirsiniz. Apartmanın aksine, Güneş'i doğuşundan batışına kadar görebilirsiniz. Horoz sesleriyle uyanıl, tavukların hangi zamanlarda yumurtladığını duyabilisiniz. Çiçeklerle konuşup gelişimlerine katkı sağlayabilirsiniz. Büyümekte olan yavru kedilerin yaşantısına şahitlik edip kalbinizde bir yerlere dokunduklarını hissedebilirsiniz. Köpek sesleri, kedi sesleri, cıvıl cıvıl kuşların ve akşamları şarkı söyleyen ağustos böceklerinin sesleri. Yaşamayı değerli kılan ama çoktan unutulmuş değerler bütünü bunlar. İplere asılmış; kurutulan biberlere, patlıcanlara, bir tepsiye yayılmış dömeteslere şahitlik edersiniz. Daha ne olsun? Canınızın her istediğinde dalından koparılıp yenilen meyvelere hiç girmiyorum bile. Ayrıca bu havayı soluyan komşularınızda tıpkı sizin gibi oluyor. Artık komşu olmaktan çıkıyor be aileden biri halini geliyor. Aynı duvarları paylaştığınız komşuların aksina, aynı havayı solumak sizi onlarla bir bütün haline getiriyor.

İki gündür burada havalar çok güzel. Kısa süre önce hava koşulları, kalın giysiler giydirecek kadar sertleşmişti ama iki gündür yeniden yaz gelmiş gibi. Soğuk havalar gelince bahçeye çıkamadığımız için bu iki günü dolu dolu değerlendirdik. Her şey ateşin icadı ile başladı. :) Önce zevk için küçük bir ateş yaktık. Sonra, ateşte lezzetli olur, biraz soğan pişirelim diye düşünürken; patatesti, domatesti, kır kahvaltısı oldu çıktı. Odun ateşinin közüne koyulmuş çaydanlıkta cabası. Sonrasında hiç durulurmu. Ortaya birde sac çıktı ve saç kavurması yaptık. 

Dün böyle geçmişti. Bu gün hava yine güzel olunca soluğu bahçede aldık. Bu kez sacda patlıcanlar közlendi. Elbette kışa hazırlık için közlendk ama üç beş tanesinin de bilahire ifadesini aldık. Yine ateş, yine çay. Bir insan apartmanda bu kadar mutlu olabilir mi? Özellikle bizim taşınmadan önceki apartmanımızda olduğu gibi vandal insanlarla birlikte yaşıyorsanız sorunun cevabına imkansızdan bile yetersiz kalır. O yerdeki mutluluklar pilastik çiçekler gibidir.

Şimdi düşünüyorum da, önceki yaşamımız bir ritüele dönüşmüştü. Her sabah uyan, yemek ye, o ortamda nasıl yaşayabilirsen öyle yaşa, yemek ye, televizyona bak, tekrar yemek ye ve ertesi gün uyanabilmek umuduyla uyu. Yaşam bu mı sizce? Telefonlarda bir uygulama olsa, apartman ve bahçeli evi birebir karşılaştıran bir liste sunsaydı varın siz tahmin edin neler olurdu. Yoksa uygulama, bu ne cürret deyip hata mı verirdi? Şehrin hangi albenisi, burada, bir akşam vakti yere uzanıp yıldızları izlemenin büyüsüyle boy ölçüşebilir?

Şimdi; kendimi hiç olmadığım kadar mutlu ve huzurlu hissederken, batmakta olan Güneş'i perdeleyen ağaç yapraklarının altında uzanırken, hafif hafif esen rüzgar beni çok uzaklara alıp götürürken, tüm sıkıntılarımın içinde bulunduğum anın verdiği huzurla eriyip ezildiğini hissederken ne söyleyebilirim ki? Sinek ve arıları kaçırmak için yakılmış mis gibi kokan hahve kokusu bile başlı başına mutluluk sebebi. Kelimeler böyle anlarda yeterli olur mu? Bu duygular içerisinde size tek tavsiyem, imkanınız varsa apartmanlarınızı bir an önce terk edip bahçelj evlere taşınmanız. Tek temennim, bir an öce herkesin, duyguları zehirleyen beton evlerden kurtulması.

Bizler bu güzel günlerimize, geçmiş zamanların yaşanmamışlıklarını sığdırarak içinde bulunduğumuz anın tadını çıkarıyoruz. Ne geçmişin hüzünlü yüzü, ne geleceğin meçhul çehresi bizi içinde bulunduğumuz andan sıyırıp alamıyor. Bütün bunlar, farkında olunarak yaşanılan bir rüya olsa gerek. Eğer öyleyse hiç uyanmak istemiyorum. Bu Dünaya'nın cennetinden gerçek cennete dek..

En içten sevgilerimle..


A.Kemal Ünsaçan 
07•IX•13

ÇAYIMA DÜŞEN GÖKYÜZÜ



Bin Muhteşem Güneş-Halit Hüseyni

Aaaah ah. Böyle kitap olur mu ya. Daha da kötüsü, böyle bir yaşantı olur mu. Kitabın her satırı duygu yüklü. Ve ben, o her satırı okurken tüm Dünya'daki savaşlara bir kez daha lanet ettim.

Bin Muhteşem Güneş; Afgan asıllı ve aynı zamanda Amerikan vatandaşı olan Halit Hüseyni'nin (Khaled Hosseini) ikinci kitabı. İlk eseri olan "Uçurtma Avcısı" da beni çok etkilemişti. Halit Hüseyni kitaplarında; doğduğu şehri, yani Afganistan'ı resmetmiş. Kitapta bahsettiği gibi; Bir devlet başkanı seçilir, sonra öldürülür ve yeni bir devlet başkanı seçmek için iç savaş başlatılır. Kabil'deki insanlar bir elinde süt şişesi, diğer elinde silah taşımaya alışmıştır artık.

Kahramanlarımızdan ilki olan Meryem, Herat'da doğmuştur. Babası Celil'in dört karısı vardır. Meryem'in annesi Nana'nın bazı psikolojik sorunları vardır. Kendi itibarını lekelemek istemeyen Celil, Nana'yı ve Meryem'i diğer karılarıyla yaşadığı evinden çok uzaklara yerleştirir. Arada bir Meryem'i görmeye gelir fakat hiçbir zaman ona, diğer çocuklarına davrandığı gibi davranmaz. Ama küçük yaştaki Meryem babasını herşeye rağmen çok sever. Annesi Nana'nın gösterdiği gerçekleriyse reddeder. Bir gün gizlice yaşadıkları kulübeden kaçarak Celil'in yanına gider. Fakat onu eve almak istemezler. Birkaç gün kapının önünde sabahlar. Babasının şoförü tarafından zorla yaşadıkları kulübeye götürüldüğünde ise Nana'nın intihar etmiş olduğunu görür. Mecburen Celil Meryem'i kendi evine alır ama artık Meryem değişmiştir. Olayları annesi Nana'nın gözünden görmektedir. Celil'le ve üvey kardeşleriyle hiç konuşmaz. Yaşı 15'dir ve çok geçmeden 45 yaşındaki, Celil'in arkadaşı Raşit ile evlendirilir. Celil ve karıları bir an önce Meryem'i evden defetmek isterler. Evlendikten sonra, önceleri kendisine iyi davranan Raşit daha sonraları işkence yapmaya başlar.  Sürekli olarak erkek çocuk istemektedir. 

Bu sırada yönetim el değiştirmiştir. Mücahitler sovyet işgalinden kurtulmak için savaşmaktadır. Meryem 19 yaşındayken karşı komşuları bir doğum daha gerçekleştirir. Komşusunun Ahmet ve Nur isminde iki oğlu savaştadır, Leyla ismini koydukları kızıysa ihtilalin olduğu gece Dünya'ya gelir. Hikayenin bundan sonraki kısmını Leyla devralır. Annesi oğullarının hasretiyle yanıp tutuşurken kendisiyle eski bir öğretmen olan babası ilgilenir. Arkadaşları; Tarık (ismini unuttuğum iki kız arkadaş daha) ve diğerleriyle beraber çocukluklarını yaşamaktadırlar. Aradan yıllar geçer, hepsi büyürler. Leyla'nın abileri direnişte şehit olurlar. Yönetim tekrar tekrar el değiştirir. Amerika'nın silah yardımı yaptığı milisler, Rusları kovduktan sonra bu silahlarla birbirlerini öldürmeye başlarlar. Yönetime; Özbekler, Tacikler, Hazaralar, Peştunlar gibi birçok ırk sahip çıkmak isterler. Şehre iç savaştan kopup gelen mermi ve roketler yağmur gibi yağmaktadır.

Leyla 15 yaşına geldiğinde Kabil'deki savaş iyice katlanılmaz bir hal almıştır. Tarık ve ailesi Pakistan'a kaçarken Leyla mecburen Afganistan'da kalır. Oğullarının yasını tutan annesi illede zaferi görmek istemektedir. Tarık'ın Afganistan'dan ayrıldığı günün üzerinden iki hafta geçtikten sonra babasıyla ikisi annesini ikna ederler. Tarık'ın ve ailesinin arkasından Pakistan'a kaçmak için sevinçle evden ayrılmak üzerelerken gelen bir roketle hayatları simsiyah olur. Anne ve baba ölmüştür. Leyla'ya karşı komşuları Meryem ve Raşit bakar. Ve olaylar daha da acıklı bir hal alır. Leyla da Meryem'in kaderine ortak olur.

Gerçekten güzel bir kitap ama duygusal yönü sebebiyle okumadan önce iyice düşünülmesi gereken bir kitap. Halit Hüseyni sizi Afganistan sokaklarına alıp götürüyor. Çok güçlü bir kalemi var. Ama kitapta bahsedilenlerin yalnızca bir kurgu olmadığını, buna benzer milyonlarca hayat hikayesinin sürüp gittiğini bilmek insanı üzüyor. Ne uğruna; bunca savaş, bunca gözyaşı, vahşi bir hayvancasına gözünü kan ve para bürümüş çatışmalar? Ne uğruna? Kitap bittikten sonra sorgulamadan edemiyorsunuz. İnsan insana yaşamak dururken neden Dünya'yı bu hale getiriyorlar diye soruyorsunuz. Çok yazık.

Kitap tamamen hüznün renklerine boyanmış olsa da sonu Allah'tan güzel bitiyor da nihayet rahat bir nefes alabiliyorsunuz. 

KİTABIN İSMİNE İLHAM OLAN ŞİİR - SAİB-İ TEBRİZİ

Bu kentin ne çatılarını aydınlatan ayları sayabilirsin 
Ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi


A.Kemal Ünsaçan 
02•IX•13