Reenkarnasyon yok mu şimdi?

Elbette yok. Yani anlatmak istediğim versiyonu dışında yok. Bu versiyon da tam olarak reenkarnasyon sayılmaz aslında. Lakin benim kafamdaki tanımın sözlükteki karşılığı bu kelimeye denk geldiği için reenkarnasyonu kullanmak zorundayım. Yoksa asıl amacım bu kelimeyi etik veya terbiyeli kılmak değil. İsterseniz biz buna başka birşey diyelim. "Tan yaprakları," örneğin. Alakasız bir yakıştırma oldu ama ziyanı yok. Her ikisini de kullanmakta özgürüz. Nasıl olsa yazının ilerleyen kısımlarında ben her "Reenkarnasyon" dediğimde aslında "Reenkarnosyan" demek istemediğim anlaşılacaktır. Bu açıklama kısmını daha fazla uzatmasam iyi olacak, çünkü sizler zeki insanlarsınız.


Hayret verici şekilde bir gün aniden yaşamaya başladık hepimiz. Herşey önceden kaderde kayıtlıydı tabi, ama biz henüz bilmiyorduk. Sonra büyüdük, dünlere göre büyümeye de devam ediyoruz ve muhakkak bir gün gelecek yine hayret verici şekilde öleceğiz. Bu denklem herkesçe bilinir ve hiçbir aşamasına müdahil olamayız. Fakat çok uzun süredir benim kafamı karıştıran bir gelgit var. Biz gerçekten bir kere doğup bir kere mi ölüyoruz? İmleç yanıp sönüyor ve ben bu soruya ne cevap vereceğimi bulamıyorum. Tamam kabul. Doğumu nefes almaya başlamak, ölmeyi de bu yetiden mahrum kalmak olarak tanımlarsak eğer, evet bir kez ölünür. Peki yaşamak? O eylem veya artık her neyse işte, o kaç kez gerçekleşir. Durun ben söyleyim, sonsuz kez... Hem de ne sonsuz. Doğduktan bir süre sonra bebekliğimiz ölür, sonra herşeye ad takan ikonik çocukluğumuz, şımarıklığımız, yanlış bildiklerimiz, arkadaşlıklarımız, çocukluk düşlerimiz, vesaire vesaire...

Klasik denklemimize geri dönecek olursak, doğduk ve rutin şekilde büyüyoruz. Beş yaşına kadar olan sen ile şimdiki sen aynı mı acaba? (Kendime soruyorum, ama isterseniz alınabilirsiniz) Bu süre boyunca kaç kez öldün ve kaç kez doğdun. Çünkü değiştin, başkalaştın. Ben reankarnasyon dedim fakat mevzuya onun terbiyesiz kardeşi evrimi de dahil edebiliriz. (İmgesel kavramlar çerçevesinde tabii. İşimiz bitince onları boğarız gitsin) Değişimler ancak ölümle gerçekleşir. Metafora başvuracak olursak Baharlardan iyisini bulamayız. Her kış bariz şekilde ölür ve her yaz yeniden dirilir. İnsan yaşamı da böyle. Öle öle büyüyoruz. İşin ilginç tarafı, her seferinde aynı bedende yeniden diriliyoruz. (Ne güzel, hiç israf da olmuyor) Lakin her diriliş çok başkalaşmış şekillerde meydana geliyor. Bir zamanlar ölümüne bağlı olduğumuz değerleri, başka bir zamanda acımadan öldürüyoruz. (Yanlış ve doğrular asla tek değildir çünkü. Ama şimdi oraya hiç girmeyelim. Bırakalım bir başka yazının çıkmazı olsun) Sosyal medyada arasıra denk geldiğim bi söz var. Türk genci, ilkokulda Kemalistlisede Ülkücü, üniversiteside devrimcidir, diye. Mizahi bir söylev fakat haklı tarafları da var. Ama yok ya, bu örneği silelim, çok ideolojik oldu ve yazıya uymadı, kafamızı karıştırmasın, benim anlatmak istediğim değişim daha içsel. Ruhumuzla tenimiz arasında bir yerlerde gerçekleşiyor. Aslında örneklerin sayısını dilediğimiz kadar çoğaltabiliriz ama bu yazının kaderini de etkileyecektir. Kısacası, benim, yaşam boyu çok kereler doğrularım değişti. (Eminim sizin de öyledir) Mesela önceden çok tembel bir öğrenciydim, okul mokul hiç umrumda değildi. Sonra içimdeki bu tembel ölmek zorunda kaldı ve en zor dersten sınıfta tek yüz alan bir öğrenci doğdu. Eski ve yeni ben arasında aynı beden dışında hiç ortak nokta yok. Zamanında içimde bir yerlerde bir de yazar vardı. Yok, o henüz ölmedi. Hâlâ var ama sanırım şuan komada. Daha kimler kimler... Bunlar olurken hiç bir ölüm, hiç bir doğumu tetiklemedi. Lakin her doğum için bir ölüm gerekliydi. 

Ve eğer geçiş esnasında tam olarak ölmezseniz, eski ve yeni siz sürekli çatışıyorsunuz. Birden, aniden, öylece ölmeli insan, ki tekrar doğduğunda çok zaman kaybetmemiş olsun. Yani ölmeyi de bilmeli. (Bir yerlerden alıntı yaptım ama neresi olduğunu hatırlayamıyorum)


S  O  N

A.Kemal Ünsaçan
25•VI•16