25'in Öncesi ve Sonrası

İlham denizinden dilime düşen ilk cümle bu oldu, "İçimdeki karanlığın rengini öğrenmiştim. Ama bu bambaşka bir ton." Gerisi de şöyle geldi. Büyümek, büyümek zorunda olmak böyle birşey mi? Keşfedilmiş bir karanlıktan keşfedilmemiş bir başka karanlığa seyrüsefer eylemek. Hayır! Bu kadar basit olamaz, olmamalı. Büyüdükçe birşeyler ölür insanın içinde ve sen bazen buna dayanamazsın. Adını koyamadığın bir yumru gelir oturur boğazına. Yumuşat yumuşatabilirsen. Ağlasan biraz rahatlarsın ama ne fayda. Düpedüz büyümek bu, bir daha eskiye dönememek, ölmesi içinden birilerinin, kayıp eski karanlıklara karışması, bir daha dönemeyecek olduğunu kati surette bilmem, ağlamanın faydasızlığı, ölüme bir saniye daha yaklaşman, sorumluluklar, kaçamayış, zorluklar, mücadele, hissizlik, uykular, büyümek... Ve hepsi. İşte bu büyümek. 

Tam sekiz basit dakika sonra resmen 25 yaşımı dolduruyorum. Bu sekiz dakikaya 25 yılın özetini nasıl sığdırıp onlarla vedalaşabilirim? Çeyrek yüzyıl, 25 kış ve yaz, 25 kez büyümek, 25 kez eskiyle vedalaşıp... Belki de yaptığım yanlış. Duygusal ve tutucu davranarak geleceğimi ve yeni yaşımı istemeden de olsa ipotek altında karşılıyorum. Belki biraz ümitvar olsam? Ne farkeder altı dakika kaldı işte, ben bunları yazarken iki dakika daha büyüdüm. Değişen bir şey de olmadı işte. Öylece kayıp gittiler zaman tünelinden, geri dönmemek üzere. Ne boyum uzadı ne de bir mucize gerçekleşti.

25 yıl, Çeyrek asır, çeyrek yüzyıl eder. Daha küçük ölçekte ise 219.000 saat, 788.400.000 saniyeye ve binlerce dakikaya eş demek. Cidden bukadar süreyi ben mi yaşadım? Bu imkansız. Zaman denilen kavram benim için oldukça göreceli çünkü. Einstein mezardan çıkıp gelse hesaplayamaz. Ömür çizgim bazen uzadı, bazen kısaldı. Ama yaşadıklarım kesinlikle 25 yılla ölçülemez. Belki de olaya bir de şu açıdan bakmalıyım, 25.yıl birilerinin ömrünün son günü oldu. Onlardan şanslı mıyım?

(Saat 00.01 Durdum ve öylece bakakaldım. Saatin tiktakları ilerlerken birden farklı bir boyutta nefes almaya başladım. Bir saniye içerisinde bir gün değişti, bir yaş değişti, bir an değişti, bir yaşayış değişti ve artık hiç birşey eskisi olmayacak... Olmaması için çaba sarfedeceğim...)

Dünya yaratıldı yaratılalı milyarlarca insan, belki de benim yaşadığım kadar yaşayamadan hayatını kaybetti. Benim onlardan farkım ne? Fazlam ne? Sayıyım, hayal kırıklıkları, pişmanlıklar, olamayışlar, ve yine pişmanlıklar, kaybettiklerim, kazanamdıklarım, ve bir pişmanlık daha. Ve muhtemelen bir yığın günah. Çünkü çocuk yaşta göçenler zaten cennete gitti, amenna ve saddakna. Onlara göre bi artım olmayacağına göre. Off, gece gece yine çıkmaza girdim. Neden bunca şeyi yazmak yerine kendime basitçe bir "İyiki doğdun," diyemiyorum. Neden bukadar karmaşık ve içinden çıkılması zor kısır döngülerle dolu bir dünyam var?
Yine olmadı. Yeni bir yaşa daha adım attım ve ben hâlâ bir yazıyı istediğim gibi bitiremiyorum.

Belki de ana fikir budur, hiçbir şeyi istediğin gibi bitirememek. Neden olmasın. Aksi durumda hayal ve umut diye bişey olmazdı, her istediğimiz gönlümüze göre olur ve planlanmış şekilde biterdi. Ama öyle olmuyor malesef, işleyiş çok farklı. İnsan ömürleri bile aniden sönüveriyor. Kim bilir, biz geleceği beklerken orada bizi neler bekliyor. Geçmişteki karanlığı öğrendik. Yarı yarıya pişmanlık ve özlemle dolu. Ama ilerideki karanlık? Biraz umut, biraz beklenti, bolca da karamsarlık benim için (belki de içinde bulduğum duygu durumu böyle bir dağılıma sebep olmuştur) 

Duygusallaktan karamsarlığa evrilmiş bu yazıya başladığım andan 20 dakika daha büyüğüm artık. Değişen bişeyler göremedim (saat dışında). Parmaklarım latin harfleriyle dolu tuşlarda gidip geliyor ve ben saniye saniye büyümeye devam ediyorum. 
Olaya dar pencerelerden bakınca bütün mesele "AN"larda kilitleniyor aslında. Yaşıyoruz bitiyor, diğerini de yaşıyoruz o da bitiyor, sonra bir bakmışız büyümüşüz. E ozaman bu geçiş evrelerine takılmak niye. Madem anlarda sıkışıp kalmışız. Dahası, madem mesele saniyeler kadar basit, ben bunca yazıyı niye yazdım cancağızım ben? Yarım saat içinde büyüdüğümü Dünya'ya haykırdım ve bitti. Değişen bir şey olmadı. Hayat tüm akıcılığı ve esnetilemez hızıyla devam ediyor. Birazdan rahatlatacı bir müzik açıp uyayacağım ve alakasız rüyalar eşleğinde sabaha ulaşacağım (İnşAllah). 26. Yılın ilk güneşi eşliğinde proje çizeceğim. Döngüler hayatın ta kendisi dostum, kurtulmaksa büyük mesele. Son olarak;
Hayat kısa ve acımasız, duygusallığa yer yok.
Gelecek sandığımızdan daha yakın, durdurmak imkansız.
Ama ümit hep orada ve sımsıcak, acılar kadar sınırsız.


S  O  N

A.Kemal Ünsaçan
24•XI•16


Kıyameti çağıran alametler

Gecenin bu saatinede içimden bir ses diyor ki, bundan sonra hiç birşey eskisi gibi olmayacak. Ne büyük alçaklık! Artık Adile Naşit yok. Kuzucukları da. Dünya o eski sulardan geçeli çok oldu. Artık putin ve füzecikleri var. Daha doğmamış çocuklara, anlamakta zorlandıkları bir masalı empoze ediyor. Doğum ne, yaşam ne, anne, arkadaş ne... Market arabasından raftaki şekere uzanmak ne, koşmak ne, ağlamak ne... Ya da ne bileyim, bir çocuk başka neler yaşarsa onlar bunların hepsinden mahrum doğacaklar. Onlar ölmek için, ya da en kötüsü, ölü doğacaklar...
Peki sen hangi alemdesin. En azından bir duana sığdırabiliyor musun cehennemi, o katiller için. Duanda yer var mı ölen çocukların ölmemesi için. Artık Ümran nefes alamıyor farkında mısın, hissediyor musun ya da özleyebiliyor musun... Ağlamaya çalış, belki yumuşatırsın kalbini.

Mekdanılds hâlâ bir numara gençlik, börgırkingin ateşi hâlâ seni çağırıyor, kokakola ise hâlâ milli şeyimiz abiler. Bok ye emi! Sonra da geç karşısına bol reklamlı televizyonunun, uyumaya devam et. Onlar da kıçının altından ülkeni alsınlar. Hı? Yapamazlar mı? Öyle mi diyorsun? Yaptılar dostum, atalarını uyutup yaptılar. Topraklarını da aldılar, tarihini de, donunu da. O ise sinekleriyle uyudu. İş işten geçip gözlerini açtıklarındaysa ilk yaptıkları Cennet mekan Sultan Vahdettin Han'a ve onun atalarını sövmek oldu. Uyumaya devam edersen sen de aynısını yapacaksın.
Üçüncü Dünya savaşı çıkacak diyorlar. Anlamıyorum. Birinci ve ikinci çok mu güzeldi de üçüncüyü çekiyorlar. Film mi bu savaş denilen şey. Orda burda fragmanlarla bizi hazırlayıp... korkmamalıyım ama korkuyorum işte...

Kıyamet, alametlerini çevresinde topluyor. Ya da alametler kıyametini çağırıyor. Ne farkeder, geliyor işte. Peygamber efendimiz dememiş mi, "Ben ve kıyamet işaret ve orta parmak kadar birbirine yakınız," diye. Saydım, o kutlu doğum gününün üstünden 1445 yıl geçmiş. Bu çok fazla parmak eder. Sürekli, "Daha vakit var," diye ertelediğimiz kendi kıyametlerimizle uğraşırken gerçeğini unuttuk. Ahir zamanı soluyoruz, gün gün tüketiyoruz. Birileri, sürekli alametleri yan yana dizip kıyameti çağırıyor. Komşumuzun ağlayan çocukları ise bunun ne anlama geldiğini bile bilmeden kanatlanıp cennete uçuyor. Ümran ve diğerleri gibi. Kimi sahilde, kimi Suriye'de...

Artık sussam iyi olacak, ölümden bahsetmek dilimi yordu...


S  O  N

A.Kemal Ünsaçan
05•X•16