Garip Dünya'nın Oldukça Garip Küçüklüğü

İşte yine başlıyoruz. Yaz geldi ya, artık yazmamak için bir bahanem de kalmadı. Aslında saymaya kalksam düzinelerce (ve hepsi birbirinden daha makul) gerekçe bulabilirim. Ama tüm bunlara rağmen yazmalı! Neyse, yeni yeni oluşmaya başlayan atmosferi daha fazla bulandırmadan işimize bakalım. İnşallah bu ilki olur ve devamı daha güzel gelir.

1.Perde
Baktığınız resmin gerisindeki bir bankta, yazmakta zorlanan ve yazmayı unutmuş bir yazar oturmakta. Dalları gökyüzüne karışan dev çınarların arkasındaki gökyüzü son derece alımlı. Bir mavi, bir beyaz, zaman zamansa güneşli. İnsanın ruhuna alacalı dokunuşlarda bulunuyor. Muhteşem bir esinti, ormandaki bülbüllerin şarkısının ucundan tutarak bu harika senfoniye eşlik ediyor. Neredeyse tüm evreni bülbül sesleriyle donatıyor. Ansızın başlayan bir masalın içinde gibiyim. Etrafımdaki her şey ve herkes inanılmayacak kadar güzel. Ama bu resimdeki asıl özne, suyun durmaksızın titreşen şırıltısı ve ona eşlik eden ahşap değirmenin ahengi. Ah şu su sesi. Saf, her şeyin içinde ve her şeyden daha narin bu şarkıyla kendimden geçebilirim. (Geçiyorum da.) Sanki o değirmen, suyu değil de, yıllara meydan okuduğu zamanı döndürüyor. Hep aynı yöne doğru, aynı ritimde ve aynı alışmışlıkla.

Gerçekte sahne böyle. Fakat biz zihnimizde o değirmene istediğimiz eylemi yükleyebiliriz. Şimdi dostlar, bulunduğumuz yerden biraz uzaklaşalım. Gelin hep birlikte, o değirmeni zaman makinesiymişçesine tersine çevirelim. Çok değil, altı ay öncesine gidiyoruz...

Hava şimdikinden kapalı. Sanırım biraz da puslu. Rüzgar böyle anlarda nasıl esileceğini iyi biliyor doğrusu. Elinden gelse, yerdeki çöplerle birlikte bazı insanları da önüne katıp sürükleyecek. Az sonra yağmur yağacağa benziyor. Ben ise arabadayım. Geniş ve hareketli bir caddenin kenarında, kırtasiyede işi uzayan babamı beklemekteydim. Yaklaşık bir saat tanımadığım insanları seyrettim durdum. Yüzleri, tanımadığım başka insanlara çok benziyordu. Bazen olur, insan garip düşüncelere kapılır gider. İşte ben de, o bazenlerin eşiğinde olduğumdan habersizce zamanı tüketmekteydim.

Karşımda sakin bi otobüs durağı varmış. Varmış diyorum, çünkü kafamdaki düşünceler ve çevremdeki garip insanlar beni yeterince meşgul ettiği için orayı ancak görebiliyorum. Sakin oluşuna gelecek olursak, işte orası tamamen ön sezi.
Durakta sadece bir kişi sabırla beklemekte. Yine tanımadığım genç bi kız. Sakin adımlarla durağın içinde ileri geri yürüyor. Ne zamandır orada olduğunu bilmiyorum. Varlığını ancak o an fark etmiştim ki, yanımdan geçen bi otobüs onun bulunduğu durağa yanaştı. Ömrümde ilk defa gördüğüm, ve bir daha görme ihtimalimin olmadığı genç kız otobüse doğru hareketlendi. İçimdeki felsefi dalgalanmanın miladını da onun otobüse doğru attığı ilk adımı başlatmış oldu.
Düşündüm ki, yaşadığımız Dünya nekadarda garip. Bazı insanları, bazı yerleri ve belki de bazı duyguları ömrümüzde yalnızca bir kez göreceğiz, hissedeceğiz, tadacağız. Bitti! Az sonra o hiç tanımadığım kız otobüse binecek ve benim dünyamın kapısını bile göremeden uzaklaşıp gidecek. Ömrümün sonuna kadar onu bir daha görmem imkansız. (Görsem de tanımam zaten. Umurumda da değil. O kız şuan bizim için sadece bi simge.) Tıpkı uzay gibi. Bazı gezenlerin hiç görülemeyecek olması çok yaralayıcı bir durum. An'ı yaşamalı insan. Sevdiklerimizle sonsuza kadar birlikte olamayacağız. Ve sahip olduğumuz şeyler sonsuza kadar bizim olmayacak. Hiç beklemediğimiz bir anda "Elveda"larla karşılaşacağız. Çünkü sonsuzlukla henüz tanıyamadık... Fakat hüzün her yerde.

Durakta bekleyen kız, benden ve düşüncelerimden habersizce otobüse bindi. Bu kez de otobüsün ardından bakmaya başladım. Benzer düşünceler beynimin sahillerine ulaşmak üzereyken otobüs tekrar durdu. Üstelik daha beş metre bile ilerlememişken. Kapısı açıldı ve beni durup dururken garip düşüncelere iten genç kız otobüsten indi. Ne düşüneceğimi bilemedim. Hani bu kızı ömrümün sonuna kadar bir daha görmeyecektim? Hani? Ne oldu? Felsefem şimdi durup dururken neden çöktü?
Ben kendi kendimi sorguya çekerken ve dış etmenlerden ötürü kendimle çelişirken, güneşli bir günde ansızın fırtınaya yakalanmışım gibi hissetmeye başladım. (Sanırım fazla abartılı oldu. Fırtınanın sesini biraz kısalım) Gerçeklerimin bile böylesine değişken oluşu beni afallattı. Varın ruh halimi siz düşünün. O ise, sanki hiç birşey olmamış gibi durağın içinde gezinmeye devam ediyordu. Demek ki, dedim. İnsana bazen ikinci bir şans verilebiliyor. (Durumu ancak böyle toparlayabildim) Ama her zaman değil!

Otobüsten indikten sonraki durak gezinmeleri bu kez çok sürmedi. Arabamın yanından geçen bi minibüse el kaldırdığını gördüm. Minibüs, az önce otobüsün durduğu yere durdu. Kız ise, az önce otobüse bindiği gibi şimdi de minibüse bindi. Bense ertelenmiş duygular içerisinde bu kez minibüsün arkasından baktım. Evet, her şey bir gün bizi terk edecek falan filan... (Otobüsün ardından yazdıklarımı hatırlayın ve aynı şeyleri tekrar yazdırmayın bana.) İkinci bi şans verilse de, verilmese de bir gün herşey bizi terk edecek. Tek gerçek bu. Şimdiden bu duruma alışmaya başlasanız iyi olacak...

Neyse, babamın işi nihayet bitti ve arabaya döndü. Benim okuluma doğru yola çıktık. Bu kısımlar önemsiz olduğu için çabuk geçiyorum. Okula vardık. Teslim etmem gereken bi ödev vardı, hocaya onu verdim. Daha sonra okulun koridorunda bi arkadaşımı beklemeye başladım. Bana ders anlatacaktı. Derken önce bir ses duydum. Koridorun ucundan, göremediğim bir yerden geliyordu. Bi kız sesiydi ve telefonla konuşuyordu. Bulunduğum yere doğru yaklaşmaktaydı. (Ne kadarda heyecanlı ama. Bu kısım da biraz abartılı olmuş) Bir dakika sonra görebileceğim bir açıdaydı ve hâlâ telefonla konuşuyordu. Sesin sahibiyle karşılaşana kadar hiçbir şey ummamıştım. Hatta durakta yaşananları neredeyse unutmuştum ve olacaklar aklımın ucundan bile geçmemişti. Evet, doğru tahmin. Oydu. Önce otobüse, ardından minibüse binen genç kız. Bana durduk yere karpadiemi hatırlatan (şimdiyse sorgulatan) genç kız yine karşımdaydı. Aynen duraktaki gibi, fakat bu kez okulun boş koridorunda gezinmekteydi. Aynı adımlarla, aynı bekleyiş tavrıyla ve yine aynı simgeselliğiyle. Elinde telofon, ömrümde hiç tanışma ihtimalim olmayan birisiyle konuşuyordu. Gülümsedim ve tüm çıkarımlarıma pes ettim. Dünya gerçekten çok ama çok küçüktü ve en büyük hobisi beni durmadan haksız çıkarmaktı. Gariplikleriyse bambaşka bir alem...

Derin bir nefes aldım. Ahşap değirmen, onun üzerinde kurduğum hayallerden habersiz dönmeye devam ediyor. Her şey, ben altı ay geçmişe yolculuk yapmamdan önceki haliyle duruyor. Demek ki geçiş anı çok uzun sürmemiş. Fakat zihnim hâlâ bir takım düşüncelere takılıp kaldı.


2.Perde
Dünya kaç gün diye sorsam, ne cevap verirsiniz. Elbette ve kuvvetle muhtemeldir ki herkesin kendi ömrü kadar. Yani nefes alanlar için bu sayı henüz muamma. Öyleyse biz de bildiklerimizden yola çıkalım. Bir kelebeğin veya bir kaplumbağanın dünyasını ele alalım. Kelebek; bir gün, bir hafta, birkaç ay yaşar. Kaplumbağa ise yıllarca, belki bir kaç asır. Bilmiyorum. Ortak nokta ne peki? Yaşamış olmaları mı? Evet, kesinlikle öyle. Birkaç yıl eksik veya fazla ne fark eder. Dünya aynı dünya, ölüm aynı ölüm. Önemli olan kendine biçilmiş süreyi iyi değerlendirmekte.
Şimdi süre mevzusunu bir kenara bırakalım da yaşayışa odaklanalım. Yine insansız bir örnek; bir arı ve bir tespih böceği. Yaptıkları eylem tamamen karşıt iki kutupda. Arı, koklamaya doyamadığımız çiçeklerde ömür sürüyor ve dünyanın en harika lezzetlerinden birini ortaya çıkarıyor. Diğerinin ne yaptığını zaten biliyorsunuz... İkisi de bir şekilde yaşıyor ve bize göre çok farklı canlılar. Birini (zaman zaman) sever, diğerinden (belki) nefret ederiz. Fakat onların gözünden baktığımızda durum değişmiyor. Çünkü muhtemelen ne yaptıklarını çok da bilmeden yapıyorlar ve yine muhtemelen onlara göre yaptıkları şey aynı; Emrolunduğu gibi çalışmak ve verilen süre içerisinde yaşamak.

İki örneği küme içine alıp kesişim kısmına insanı yerleştirince resmimiz daha bi belirgin hale geliyor. Evet, hepimiz aynı Dünya'da ve aynı zaman diliminde yaşıyoruz. Evet, hepimiz farklı ama temelinde benzer işler yapıyoruz. Kimimizin yaşam koşulları diğerlerinden zor ve can sıkıcı. Fakat hepsi bitecek...
Altı ay öncesini tekrar anımsayacak olursak; Dünya gerçekten çok küçük. Üstelik bu, benim dikkatli bakınca farkettiğim kadarıyla. Kim bilir hissetmediğimiz daha ne olaylar başımızdan geçiyor da göremiyoruz. Aynı insanla tekrar tekrar karşılaşmamı bir kenara bırakın, zayıf bir yıldırım bile yer ve gök arasında saniyenin bilmem kaçta kaçı arasında yolculuk yapıyor. Demem o ki, Dünya düşündüğümüz kadar, daha doğrusu hissettiğimiz kadar büyük değil. Aşılamayacak engellerin, Katedilemeyecek mesafelerin bile bir sınırı var. Tüm somut ve soyut örnekler bunu ispatlıyor. Kendinizi değiştirmeye yetmez mi?

Sığmıyor dostlar. Zaman kısa, Dünya küçük. Hâl böyleyken ve elinizde kısıtlı bir depolama alanı varken, orayı neyle doldurmayı düşünüyorsunuz? Nefret, kıskançlık, gıybet, iftira, yalan, dedikodu, hırs, hırsızlık, düşmanlık... Kısacası aklınıza gelebilecek her türlü AZAPLIK iş, vesaire vesaire. Listeyi dilediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Ama emin olun değmez! Ve de hiçbiri Dünya'ya sığmaz! (Sığmamalı da!) Tabii güzel şeyleri hayatınızdan çıkarmadıkça...

(Bir de şunlar var. Müdahele etme imkanımız hiç yokmuş gibi görünen ve kırılacak eşya gibi ruhumuzda taşıdığımız; Sonsuz gibi görünen zavallı acılar, dinmek nedir bilmeyen hüzünler. İşte onların yeri de aslında diğerlerinin yanı. Çünkü zamanla birlikte onlar da bitecek. Biz onları balon gibi şişirdikçe önümüzdekileri göremiyoruz. Patlama anınıysa düşünmek bile istemiyorum.)

Kaçarı yok dostlar. Öyle ya da böyle. İkinci bi şans verilsin ya da verilmesin. Kıraç'ın dediği gibi, "Zaman akıp gidiyor..." Dünya çok ama çok kısa. Tünelin ucundaki ışık hep en uzakta görünür. (Gelecek, sanki sonsuzluk gibidir insanlar için.) Ama arkamızdaki karanlık hep aynı yerdedir ve hiç değişmez. (Her geçmişe baktığımızda, her şeyi daha dün gibi hatırlarız.)

Dünleriniz pişmanlıklardan uzak, yarınlarınız ise umut dolu olsun. Ve içinde bulunduğunuz ânı vakit kaybetmeden yaşayın...


S O N

A.Kemal Ünsaçan 
17•XI•15


0 yorumlama:

Yorum Gönder

YORUMUNUZU YAZARKEN LÜTFEN ŞUNLARA DİKKAT EDİN;

• Anlaşılır bir türkçeyle yazmaya dikkat edin. (Türkiye'de yaşamamıza rağmen
böyle bir kural koymuşsam varın gerisini siz düşünün. Ben düşünmekten bıktım artık)
• Hakaretvari argo yorumlarda bulunmayın. (Hiç hazzetmem)
• Yorumunuzun konu ile alakalı olmasına dikkat edin. (E lütfen!)
• Yorum Formunu doldurduktan sonra,
Profil Seç -> ADI/URL bölümüne bir şeyler yazın ki körebe oynamak zorunda kalmayalım.
• En önemlisi, samimiyetle laubaliliği birbirine karıştırmayın.
• Kurallara uymayan yorumlar silinmektedir.
• Şimdi buyrun, can kulağıyla sizi dinliyorum.