Düşünceler Herşeyi Değiştirebilir

Hadi bir şeyler yazalım. Kainatta yeterince kelime olabilir, ziyanı yok. Benimkiler de eklenince kıyamet kopacak değil ya. Yazalım gitsin, şurada bir kenarda dursun. Uzun zamandır yazmadığım için söyleyeceklerim kısa sürebilir. Yine ziyanı yok. Hem ne demiş ünlü mimar Mies Van Der Rohe, "Less is more." Meal veriyorum; "Az çoktur." Saygıdeğer Mies sana sesleniyorum, eğer haklıysan bu makaleyi çok seveceğim.

Düşüceler herşeyi değiştirebilir, dedim. Dedim ama malayani ve makyajlı bir başlık değil bizimkisi. İnanarak söylüyorum. Aslında Dan Brown'ın kitaplarını okuduğum andan beri inanıyordum ama yakinen tecrübe edince daha bir inancım arttı.

Geçenlerde doğum günümdü. Sebebini bilmiyorum, nedense bu seneyi devriye hiç umrumda olmadı. Normelde bir hafta öncesinden sevinmeye başlardım. Kolay değil, hayat merdivenine bir adım daha atıyorsunuz. Yaşınız yeni bir rakam kazanıyor. Özlemle andığınız günlerle aranızdaki mesefa biraz daha açılıyor. İmkansızlıklar çoğalıyor, meseleler boyut değiştiriyor, vesaire vesaire. Uzun lafın kısası bunlar mühim şeyler. En azından bir "AN" dahi olsa iki yaş arasındaki beklemesiz çizgiden geçerken bunlardan bir kaçı düşünülmeli. Ders çıkarılmalı. Ser levha edilmeli.

Ama hayır, ben bu sene doğum günümde bunların hiç birini hissetmedim. Yeniden doğmuşum gibi oldum derler ya, işte onu da olmadım. (Ne alakaysa) Sıradan bir güne uyandım, aynı sıradanlıkla yoluma devam ettim. Olabilir. Bu durum, yani doğum gününün hafifliğini üstünde hissetmemek beni evrendeki tek insan yapmaz. Gayet nesnel bir his. Ama kafamı kurcalayan soru şu ki, bendeki bu halin beni tanıyan herkese nasıl ulaştığı. İşte bunu aklım almıyor. 

Hani herkesin ortak aile ferdi olan fil hafızalı facebook'umuz var ya. Bir de onun, bakıp bakıp içlendiğimiz, önceki sene aynı gün neler paylaştığını gösteren hüzünlü bir servisi var. Doğum günümde o bölümü açtım. Her yıl aşağı yukarı yirmi otuz kişi doğum günümü kutlamak için duvarıma yazmış. Hatırlıyorum, özelden mesaj atnlar da vardı. Hatta ve hatta, Whatsapp'dan yazanlar ve telefonla arayanlar vardı. Geç farkedenler ertesi gün mesaj atmıştı. 

Lakin bu sene hiç birisi olmadı. Ne bir mesaj, ne bir arama (ertesi gün gelen bir arama hariç). Yanlış anlamayın, bu durumdan şikayetçi değilim. O sabah ben bile kendi doğum günümü umursamadım. Şimdi sorarım size, neden böyle oldu? Bir iki, hatta beş on kişi olsa anlayacağım. Ama sıfır hiç de makul bir sayı değil. Sanki ortak bir karar almış gibi kimse mesaj atmadı.

Ortaya iki teori çıkıyor. Birincisi; duyarsız düşüncelerimle beni tanıyan, kapsama alanıma giren herkesi etkiledim ve bendeki duyarsızlık onlara da bulaştı. Kendimizi kandırmayalım, yirmi birinci yüzyılda bir şeyler kolay kolay unutulmuyor. Falanca gün filancanın doğum günü var diye sürekli uyarılar alıyoruz. O gün facebook'u açan herkes benim doğum günüm olduğunu gördü. Ama yazmadı. Neden? Çünkü beyinlerinin üst bölgesinde bir yerlerde suskunluk hakimdi. İçten içe, mesaj yazacakları kişinin doğum gününü önemsemediğini hissediyorlardı. Ama onlar bundan habersizdiler. Çünkü gelen mesaj başka bir düşünce sisteminden çıkıp kendilerine ulaşmıştı.

İkinci teori biraz gaddarca. Fazlasıyla da gerçekçi. Günümüz toplumuna yakışan bir bakış açısı. Sadece ipucu vermekle yetinmeyi düşünüyorum. Kendimi tutamayıp ipin sonuna kadar sizinle gelebilirim de.

Kırık cam teorisi diye bir şey var. Ne olduğunu derinlemesine anlatacak değilim. Merak eden bir diğer aile ferdimiz olan google'a sorabilir. Hatırlayabildiğim kadarıyla ana fikir şu; Ahlaki değerleri yüksek bir toplumda sağlam bir cama bir kişi taş fırlatmış. Ondan sonra oradan geçen herkes taş fırlatmayı sürdürmüş. Ben de şöyle düşünüyorum, geçen senelerde ilk... Neyse, gerisini siz getirin. Merak etmeyin, size gücenmedim. Hepinize selam olsun. Söz yine fazla uzadı. Umarım Mies de bana gücenmemiştir.


S  O  N

A.Kemal Ünsaçan
06•XII•15