Bizimkiler ve Diğerleri

Uzun zamandır yazmak istiyordum fakat birtürlü üzerimdeki tembelliği atıpda yazamıyordum. Hikayelerimle bile istediğim gibi ilgilenemedim. Bu satırları yazarken dahi bir yanım hâlâ vazgeç diye diretiyor. Sanırım nasıl yazılacağını unuttum. Stephen King bunu çok güzel anlatmış. O kısa öyküler için bu örneği vermiş ama ben genelleme yapmakta bir sakınca görmüyorum. Yanlış hatırlamıyorsam şöyle diyordu; "Hayatta çoğu şey bisiklet sürmeye benzer, fakat kısa öykü yazmak öyle değildir. Sen onu bırakırsan o da seni bırakır." Dediğim gibi, ben yazmayı bırakınca o da beni bırakıyor. Bırakmasada yeniden başladığımda sihrini göstermekte biraz inat ediyor.

Şimdi yazdıkça yavaş yavaş o lezzeti alıyorum. Yazmak güzel şey. Çevremdeki her güzelliğin özünü emerek metne hapsedebileceğimi hissediyorum. Ben sizi görmüyorum, siz beni görmüyorsunuz. Şuan burada hava düne göre bulutlu ve çok basık. Bahçede öylece oturmuş kedileri izleyerek bunları yazıyorum. Aynı zamanda sebepsiz yere yavaşlamış internetimin sıkıntısını çekiyorum. Siz ne haldesiniz kim bilir. Şurası açık ki, siz şimdi bana göre gelecek zamandısınız. (Bu düşünce bana ait değil. Sahibi görse kızmaz umarım.) Bildiğim tek bir şey var. Bu yazı sayesinde farklı zaman dilimlerinden gelerek gerçekte olmayan ortak bir atmosforde buluşuyoruz. Yazmanın ve okumanın en güzel yanıda bu işte.


Çevremdeki güzellikler demiştim ya, bu yazımda "Bizimkiler" dediğim evcil hayvanlarımdan bahsedeceğim. Az önceki yazdıklarımsa kalemle hasret giderme bölümü olan "Diğerleri" oluyor. Motor ısındığına göre artık harekete geçebiliriz...
İlk başta, anneleri Nalan'ın bizim bahçeye bırakıp kaçtığı dört kediden başlayalım. Badem, Boncuk, Benekli ve Ginger. (Ginger benimki). Bizim bahçede doğdular. Anneleri önceleri biraz kıskanç davransada zamanla alıştılar. Bu alışma durumundan olsa gerek, bir kaç hafta sonra bize bıraktı gitti. Sevgimize ve ilgimize güvenmiş olmalı. Biz bu dört yavruya bakmaya devam ettik. Ama bazen çok can sıkıcı olabiliyorlar. Hikaye yazarken bir bakıyorum kafama çıkmaya çalışıyorlar, kucağıma gelip sürtünüyorlar. Bahçedeki çoğu zamanım, "Dur Boncuk, yapma Ginger, oraya gitme Badem," lerle geçiyor. En oyuncusu Ginger. Birkaç kez kuş yakamaya çalıştı, sonraysa sineklere ve karıncalara döndü. Bir keresinde sineğin biri bacağıma konmuş, haberim yokken onu yakalayacam derken tırnaklarını bana geçirmişti

Bu arada onlara tek alışan biz değiliz. Duman ve Çakır, yani köpeklerimiz de kedi kardeşleri hemen benimsedi. Pointer cinsi köpeğim Duman'dan daha önce bahsetmiştim. Kardeşi Çakır'a göre o daha sakin. Havaların soğuk olduğu zamanlarda bu dört yavru Duman'ın kucağında ve üstünde uyuyorlardı. Yan taraftaki resimde onların bu dostane hallerini görebilirsiniz. Kendileri de küçükken kedi yavrularıyla büyüdükleri için bu durumu yadırgamadılar sanırım. Yavrulardan birisi Çakır'ın yanına gidecek oldu, Duman hemen onu tutup kendisine çekti. Hayvanları anlamak çok zor. Mesela bahçeye yabancı bir kedi girecek olsa hemen onu uzaklaştırıyorlar. Ama yavrulara hiç ses çıkarmıyorlar. Her hayvanın farklı farklı karakterleri olduğunu onlarla içiçe olana kadar hiç bilmezdim.

İlk benekli kaçıp gitti bahçeden. Epey zaman sonrada Boncuk. En tatlıları ve en insan canılısı Boncuk'du aslında. Şu resimdeki akvaryuma bakan kedi Boncuk oluyor. Çoğu zaman evin içine girip gelirdi. Yazık oldu ona. Şimdi sadece Ginger ve Badem var.

Balıklarsa balık işte yüzmekten başka yaptıkları bir şey yok. Yalnızca renkleriyle insanların duygularına hitap ediyorlar. Kaplumbağaysa Don Carlione'ye özenmiş olmalı ki yemini ağzında puro gibi tutuyor. Resimdeki kardeşimin kaplumbağası. Benimkinin adı Dodo'ydu ve bir kaç hafta önce öldü. Geldiğinden beri neredeyse hiç yem yememişti zavallı. Sürekli kış uykusunda gibiydi, bir gün hiç uyanmadı.

Kuş Toto. Evin en küçük sakini. O da yavaş yavaş bize alışıyor. Resimde onu tweet atmaya çalışırken görüyoruz. (Bu resmi çektikten sonra gelip tabletime konmuştu. Sanırım bana kızdı.) Önceleri sürekli avizenin üstüne konardı, şimdiyse yerlerde gezinmeye başladı. Hatta geçen gün onun yüzünden Tabu oynayamadık. Piyonları ve kartları tutup kaçırmaya çalışıyordu. Uçmaya çalışırken hepsini darmadağın etmesi de cabası. Oyundaki şeyleri çizerken sürekli kalem ucuna saldırıyor ve koparıp bir güzel mideye indiriyor.






Henüz konuşmaya başlamasa da (Bu arada Toto muhabbet kuşu) çok sanat sever bir kuş kendisi. Nezaman tabletten sesli kitap açsam sesinin son tonunda ötmeye başlıyor. Kızıyor mu, eşlik mi ediyor anlamış değilim. Hatta bir ara avizeye çarptı ve bir süre korkudan hiç ses çıkarmadı. Hemen sesli kitap açtım, anında ötmeye başladı.  Kafesinde takılı olan oyuncaklar var. Onlarla bir baterist edasıyla oynuyor. Önce zillere vuruyor, sonra eğilip gagasıyla renkli topları tıktıklıyor. Bazende hem gagasıyla zillere vuruyor, hemde ayaklarıyla toplara vuruyor. Arasırada bidbox yapar gibi sesler çıkarıyor. Görmeniz lazım.

Böyle işte. Hayvanlarla vakit geçirmek yazmak kadar güzel olmasada ona yakın bir şey. Epeydir yazmak istiyordum, yazdım rahatladım. Şimdi bu yazıyı okumadan önce yaptığınız işe geri dönebilirsiniz. Ben de öyle yapacağım zaten...


A.Kemal Ünsaçan
15•VI•14


The Man From Earth

Bir insan kaç yıl yaşayabilir? Bu filmde anlatılan bilimsel gerçeklere göre organlarımız kendisini belli aralıklarla yenilediği için yüzlerce yıl yaşıyabilirmişiz. Ama yaşam koşulları (hava kirliliği, bozulan yiyecekler ve buna benzer diğer zorluklar vs,) yüzünden ömürlerimiz kısalıyormuş. John Oldman bu durumu biraz zorlamıştır ve bunun nasıl olduğunu kendisi de bilmemektedir. Çünkü yaklaşık olarak 14.000 yaşındadır. 35 yaşından sonra yaşlanması tamamen durmuştur. Bu yüzden hep seyahat halindedir ve bulunduğu yerlerde fazla durmamaya çalışmaktadır. Çünkü bazı yerlerde onun, çevresindekilerin ömürlerini emdiği düşünülmektedir.

Bunca uzun yaşama rağmen çok durağan bir film aslında. Baştan sona bir evin içinde geçiyor. Ama konusu hoşuma gitti. Bana biraz, çok öceden okuduğum Tom Robbins' in "Parfümün Dansı" isimli kitabını hatırlattı. İzlemek için izin bekiyorsanız gerekli izni veriyorum, izleyebilirsiniz. :)


A.Kemal Ünsaçan
15•VI•14