Mutlu musun?

Zaman zaman kendimle konuşmayı severim. Eğer ortaya güzel diyaloglar çıkarsa hikayelerimde kullanırım. Bu da öyle bir soru işte. Bugün içinde farkında olmadan kendime bu soruyu sordum. Aslında ilk başlarda başka birisi bana sorar gibiydi. "Mutlu musun?" Gözümün önünde malum soruyu bana sorabilecek bazı çehreler belirdi. Yine farkında olmadan verdiğim cevaplar hep aynıydı; "Hayır!" Ünlem işareti biraz sert nida olabilir, önemli değil. Çünkü bu cevap olduça kesin ve net olarak belirdi. Ünlemi silersem bu Hayır'a haksızlık etmiş olurum. Lütfen böyle kabul edelim. 

Itiraf etmeliyim ki bu durum beni biraz ürküttü. Yanı sıra bana farklı bir huzur da katmıyor değil. Ürktüm çünkü; kendimi her şeyi seven, her şeyin artı tarafını görebilen birisi olarak tanırdım. Dışarıdan bakanlar da böyle derler, yani 'her şeye rağmen mutlu' tabirinin içini dolduran bir ademoğlu. Tüm bu düşüncelerle birlikte benliğimle çelişen bu net cevap beni şaşırttı. Ilk defa mutsuz olmuyorum elbette. Ama hiç birine açık sözlülükle kucak açmamıştım. (Hatırladığım kadarıyla.)

Hatta annem sabah gelip, "Işte senin doğduğun gün de hava aynen böyleydi," dediğinde yalnızca... Tamam tamam, itiraf ediyorum, bu söz biraz hoşuma gitti. Sizce de çok nostaljik ve manidar değil mi? Kapalı havaları her zaman sevmişimdir. Not: Dışarıda olmak kaydıyla.

Huzur olayına gelince. Nedenini tam olarak bilmiyorum. Belki de bu duyguyu hissetmemin sebebi bu cevaptan duyduğum endişenin umduğumdan az olması. Endişenin korkaklık yaptığı ve sırf bu yüzden huzurun bir adım öne çıkmış gibi farzedilmesi. [Heey! Bekleyin bekleyin. Tam olarak anlamadım ama burada psiklojik bir kaza var galiba. Fazla varsa bir adet az kullanılmış psikolog alabilir miyiz? Her ihtimale karşı ben bu cümlenin başında bekleyim. Siz lütfen rahatsız olmayın, devam edin.] Yani bilinçaltım ileri atılıp, "Mutsuzsun," diyor. Ve ben ona muhalif olmuyorum. Evet, aynen böyleydi diyalog. Içimdeki seslerden hiç birisi bu cevabı eleştirmedi. Biri hariç. Yalnızca birisi gözlerini yumarak homurdanmakla yetindi. Hani şu ilk çıkan ve ürktüğünü söyleyen cılız ses. Yazık ona.

Biraz kafa karıştırıcı ve çelişkili bir durum ama ne yaparsın, böyleyken böyle. Mutsuz olduğumu biliyorum, fakat mutsuz da sayılmam. [Nerede kaldı şu psikolog! Gelmedi mi hala? Pardon, sustum.] Bu satırları yazabilecek kadar keyfim yerinde. Aksi halde gerçekten mutsuz olsam, (ki daha önce çok daha kötülerini gördüm) bu satırlar ilham denizinin kıyısında uyumaya devam ederdi. Ve belki benim yerime bir başkasının kapısını çalardı. 

Rotayı 180° derece geri çevirelim ve olaya bir de şu açıdan bakalım. Belki de bu soruyu yanıtlayan kişi ben değilim. Hikayelerimden birine doğmayı bekleyen, henüz tanışmadığım bir kahraman. Olabilir mi? Elbette olabilir, neden olmasın ki. Muhtemelen olacak da zaten. Konunun beni ilgilendiren yanı ve bu yazıyı yazmama neden olacak teğet çizgisine bakacak olursak. Bu çizgi ne kalın, ne de ince. Bu içimde doğmayı bekleyen karakterin ağzını ödünç almış olabilirim. En makul açıklaması bu. Mutlu değilim, ama...

Şimdi bu yazıyı yazdıkça bazı şeyler değişmeye başladı. "Hayır!"ın biraz suçlandığını hissediyorum. Üzerine fazla gitmiş olmalıyım ki bir köşeye sindi. Yeni bir soru daha. Bu ikinci soru pek de önemli değil. Sanırım cevap şu: "Ortada mutlu olacak sebep yok ki." Isimsiz bir adam heyecanla atıldı, "Ama bugün senin doğum günün." Ikinci soruya cevap veren ilk kişi başını kaldırdı. Alayvari gülümseyerek, "Sahi mi?" dedi. "Ben bir fark göremedim." Bakışlarından yere kayıtsızlık dökülüyordu. Işte o anda o kayıtsız adamı kendime daha yakın hissettim. 

Mutlu değilim fakat mutsuz da sayılmam. Mutlu olacak, ya da şöyle söyleyelim, ortada mutlu olmaya değecek bir neden göremiyorum. Eş değer bir sürü gerekçe daha. Aynı anda hem mutlu olabilirim de hem de mutsuz. Biri 'yin' biri 'yang' desem yeridir.  Bir nevi nötr durumu. Bu tabiri edebiyat taşına vurursak eşitliğin diğer yanında duran sevimli şey sessizliğin ve dingin huzurun ta kendisi olabilir.

Mutsuzluk başkalarında kezzap etkisi yapsada, bendeki yetersizliği huzur verici. En azından şimdilik yakıcı değil. Elinde ateş tutmak ve gülümsemeye devam etmek gibi bir şey bu. Her zaman bu soruya verilen cevap şimdiki kadar cesurca olmasa da kabul ediyorum, yaşantılarımız hep böyle. Ve böyle olmaya devam edecek. Yalnızca basit bir itiraf meselesi o kadar. Cesurca..

+Her neyse, mutlu musun?
–Hayır(!), değilim ama yaşıyorum işte. Bu kadarı yetmez mi?
+Anlamadım?
–Ben de öyle.


A.Kemal Ünsaçan 
25•XI•13