Bütünsüzlüğümüz,

Laf açıldığında hepimiz bir bütünün parçalarıyız. Bir sistemi oluşturan dişlileriz. Farklılıklarımızla övünür, gökkuşağından bir renk seçeriz. Hiç birimiz yalnız değiliz, her yöreye ait atasözlerimiz vardır bizim kara günlerle, iyi dostlarla ilgili. Kimse düşmez, düşemez, düşse de bir kaldıran olur elbet. Umut veririz, sevincine seviniriz, üzüntüsüne üzülürüz. Bir bütünün parçalarıyız dedik ya, destek oluruz birbirimize.

Peki bu işler böylemi yürüyor?

Bir bütünü parçalar oluşturuyorsa eğer nerede bu bütünlük? Neden her parça birbirinden ayrılmış ve kendi içinde paramparça? Neden herkes birbirinden bu kadar uzak? Biri yardım istediğinde duyamayacak kadar uzak, yasak bir söz söylediğinde baştan ayağa kulak kesilecek kadar yakın. Neden bu düşmanlık, umursamazlık niye? Hani bir çarkın dişlileriydik? Dişliler birbirinden bu kadar uzak iken sistem nasıl çalışır? Birimiz, sadece bayraktaki yıldızı, diğerimiz ise sadece hilali görürse ortaya nasıl birşey çıkar? Çıkan şey bayrak mı olur, yoksa bizlere yazıkmı olur?
Peki, susmaya devam edelim.

Bir de Dünyanın kendisinden örnek verelim. Dünya yaratıldıktan sonra bütün kara parçaları birbirine çok yakınmış. Şu an ayrı olanların bazıları da, yıllar önce bir bütünmüş. Zaman ilerlerken onlar da ilerlemiş, birbirlerinden uzaklaşmışlar.
Daha da geniş bakarsak, gezegenler sürekli birbirinden uzaklaşmaktadır. Patlamayı bekleyen bir balon gibi sürekli genişlemektedir.

Belki de içinde yaşadığımız kainat ruhumuza işlemiştir. Birbirimizden uzaklaşmak doğamızın bir gereğidir. Ama kimimiz "çıkış" yazısını gördü, kimimiz görmedi veya görmemekte ısrar etti. Bazılarımız bütünlüğü, benzerliğin uyumunda, ritmde buldu. Zıtlıkların oluşturduğu uyumu gören olmadı.

Özleyen özlemeye, özlenen özlendiğinden habersiz, özlenmeye devam etti. Elde var sıfır. Tek değişen tarihin rakamları ve zaman oldu. Bazen gün isimleri bile kendini tekrarladı.
Taa ki balon patlayana dek..


Bir Filmden Yola Çıkarak,

Dün bir film izledim. Hayatımı değiştirmeye yetmez ama büyük katkı sağlayacağından eminim. Filmin ismi, La Ligne Droite, Türkçe çevirisi Başlangıç Çizgisi.

Olay Fransa'da geçiyor. Cezayir'li Leyla hapisten yeni çıkmış ve iş aramaktadır. Hapse girme sebebi ise kendisi gibi sporcu olan kocasını bir antrenman sırasında kaza eseri öldürmesidir. Bu sırada Yannick isimli milli sporcu trafik kazası geçirmiş ve altı aydır görme engellidir. Ama hayata sıkıca sarılıyor, rehber eşliğinde koşu yarışlarına devam ediyor. Yannick'in çevresi bu durumdan rahatsızdır fakat onu hayata tekrar kazandırmak istedikleri için bu duruma göz yumarlar. İşte tam bu noktada Leyla'nın ve Yannick'in hayatları kesişir. İkisinin de maddi ve manevi sıkıntıları vardır. Leyla çocuğunu arıyor. Yannick ise yeniden koşmak istiyor. Zamanla birbirlerinden kopamaz olurlar ve karşılıklı fedakarlıklarla hepsini atlatırlar.

Filmi izlemenizi mutlaka tavsiye ederim. Ama izleyecek zamanım yok diyorsanız hiçbir masraftan kaçınmadan size filmin ana fikrini açıklıyorum. =)
Hayatta her türlü engel mevcuttur. Aynı zamanda, sizin içinizde ve çevrenizde bu engelleri aşacak güç vardır. Tek gereken onu aramak ve bulmaktır. Eğer bunu başarabilirseniz, o engellerin sizin için bir artıya dönüştüğünü göreceksiniz. Bir söz vardır "seni öldürmeyen şey sana güç verir' diye. Bu söze sonuna kadar katılıyorum. Eğer hayatınızda engelli insanlar varsa onlara acıyarak değil saygıyla bakın. Çünkü o sizden daha çok acı çekmiş, daha çok mutlu olmuş, daha çok düşünmüş ve daha çok yaşamıştır. Siz dünyayı anlamaya çalışırken o, başka bir dünyayı düşlüyordur...
Saygılar.

Kemal Ünsaçan
16•X•10


Yeniden Yazmak.


Uzun zamandır yazmayı düşünüyordum. Ama aklımda, ne yazacak birkaç satır vardı ne de bende yazacak güç vardı. Yaklaşık 1 yıldır kendimle ve çevremle mücadele içindeydim. 2010 Kasımında öğrendiğim MS isimli hastalık yüzünden sürekli gelgitler yaşıyordum. Korkuyordum, ama korkum hastalıktan değil hastalığın ilerleme ihtimalindendi. Çevrenin de bu korkuya katkısı yok değildi. En tehlikeli şeyin cehalet olduğunu öğrendim bu süreçte. Her acının zamanla unutulduğunu gördüm. İyi dost kötü günde belli olurmuş sözünü bizzat test ettim.

Daha önce böyle bir hastalığı duymamıştım. İlk başlarda fazla umursamadım. Ama bir soru sürekli beynimi kurcalıyordu "hadi daha kötü olursa". O plaktonların sadece mr resimlerinde değil, beynimin içinde olduğu gerçeği hafife alınmayacak kadar korku veriyordu. Ama şunları da biliyordum: Düşünce gücü, neolitik bilim v.s. Bir noktadan sonra bunlar da tesir etmemeye başlıyor. Bu konuda ben şanslıydım. Kendim düşünemediğim zamanlarda çok değerli dostlarım beni bana bırakmadı. =)

Araştırdık, Türkiye'de bu hastalık üzerine uzmanlaşmış çok iyi doktorlar var. İlk isim olarak, Konya Selçuklu Tıp Fakültesinde Hakan Ekmekci'yi önerdiler, ama yurt dışında olduğu için Ankara Hacettepe Üniversitesi'nde Rana Karabudak hocamı bulduk. Gerçekten söylendiği gibi Türkiye'de bir numaralı isim. Rana hocanın gözetimi altında ilaçlarımı kullanmaya başladım. Bazen arttı, bazen azaldı bazen de hastanelerde yattım, ama şu an iyiyim.

Velhasıl şimdi burdayım. Hastalığımın ağır olduğu dönemlerde birisiyle tanışmıştım. 12 yıldır bu hastalıkla yaşıyor ve ilaçlarını düzenli olarak kullandığı ve kendine dikkat ettiği için şu an gayet iyi durumda. Ben de kendime bir söz verdim, neden ben de bu durumda olmayayım dedim. Kendimi iyi hissettiğimde tekrar bloglarıma ve yazılarıma geri dönmeye karar verdim. Ve işte burdayım, verdiğim sözü biraz erkene alıyım dedim. (Verilen sözlerin zamanla bütün benliği oluşturduğuna inanıyorum) Normale dönüyüm ve hayattan kopmayım diye tekrar yazmaya başladım. Okunma veya beğenilme kaygısı gütmeden sadece yazıyorum işte. Bu dönem okuluma da ara vermeyi düşündüm. Bir süreliğine evde müzik dinliyor, kahve içiyor ve yazar psikolojisine bürünüyorum.

İnşallah bundan sonra çok daha iyi olacağım. Allah'ın yardımı ve sevdiklerimin desteği ile. Sağolun, iyi ki varsınız. Hadi bu kadar yeter, daha yazmak istedigim şeyler var =)
Saygılarımla...

Kemal Ünsaçan
14•X•10